İnsanlık tarihi boyunca bilge kişiler, filozoflar ve peygamberler insanın kendini tanıması gerektiği üzerinde durmuşlardır. İslam maneviyatında ise bu arayış, çok daha derin bir anlama bürünür ve sıklıkla şu özlü sözle ifade edilir: "Men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû" (مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ) yani, "Kim nefsini (kendini) bilirse, muhakkak Rabbini de bilir." Peki, görünüşte basit gibi duran bu ifade nasıl olur da insanı Yaratıcısını tanımaya götürür? Kendimizdeki hangi özellikler, hangi sırlar bize Rabbimizi tanıtır? Gelin, bu hikmetli sözün katmanlarına doğru bir tefekkür yolculuğuna çıkalım.
(Bu sözün doğrudan Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) ait bir hadis olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte, manasının doğruluğu ve İslam düşüncesindeki merkezi yeri İslam alimleri ve arifleri tarafından genel olarak kabul görmüştür. Sıklıkla Hz. Ali'ye (r.a.) veya tasavvuf büyüklerine nispet edilir.)
Nefs Nedir? Kendimizi Tanımaya Nereden Başlamalı?
Öncelikle "nefs" (نفس) kavramını doğru anlamak gerekir. Nefs; can, ruh, kişi, benlik, ego gibi anlamlara gelir. Kendimizi bilmek, sadece dış görünüşümüzü, karakter özelliklerimizi veya sosyal kimliğimizi bilmek değildir. Daha derinde, varlığımızın hakikatini, yaratılışımızın özünü, güçlü ve zayıf yönlerimizi, Allah ile olan ilişkimizi kavramaktır. Bu, insanın kendi varlığı üzerine yapacağı en önemli tefekkürdür.
Acziyeti İdrak Etmek: Kudreti Tanımak
Kendimize baktığımızda ilk fark ettiğimiz şeylerden biri acizliğimizdir (acz - عجز). Ne kadar güçlü olursak olalım, bir hastalığa, bir yaşlılığa, hatta bir uykuya yenik düşeriz. Geleceği bilemeyiz, başımıza gelecekleri tam olarak engelleyemeyiz. Kendi başımıza bir sivrisineği bile yaratmaktan aciziz (Hac 22:73). İşte bu sonsuz acziyetimizi dürüstçe idrak ettiğimizde, aklımız ve kalbimiz zorunlu olarak şu soruyu sorar: Eğer ben bu kadar aciz isem, bu muazzam kâinatı kim ayakta tutuyor? Beni ve diğer varlıkları kim yönetiyor? Bu acziyet, bizi her şeye gücü yeten, asla acizlik göstermeyen, sonsuz kudret sahibi bir Varlığa, yani Allah'ın El-Kâdir, El-Kaviyy, El-Metîn isimlerine götürür. Kendi aczimiz, O'nun sonsuz kudretinin aynası olur.
Fakrı (Muhtaçlığı) İdrak Etmek: Gınâ'yı (Zenginliği) Tanımak
Bir diğer temel özelliğimiz ise muhtaçlığımızdır (fakr - فقر). Hayatta kalmak için havaya, suya, gıdaya muhtacız. Öğrenmek için bilgiye, sevmek ve sevilmek için kalbe, doğruyu bulmak için hidayete muhtacız. Her an, her nefeste bir şeylere bağımlıyız. İşte bu mutlak muhtaçlığımızı tefekkür ettiğimizde, bizi ve tüm ihtiyaçlarımızı karşılayan bir kaynağın olması gerektiğini anlarız. Biz fakiriz, çünkü her şeyin kendisine muhtaç olduğu ama Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı bir Zengin vardır. Kendi fakrımız, bizi Allah'ın mutlak zenginliğine (El-Ganiyy) ve her ihtiyacın kendisine yöneldiği tek merci oluşuna (Es-Samed) götürür. Kur'an'ın dediği gibi: "Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız (fukarâ). Allah ise Ganiyy'dir (kendi kendine yeterlidir)..." (Fâtır 35:15).
Fâniliği İdrak Etmek: Bâkî Olanı Tanımak
Varlığımız geçicidir. Doğarız, yaşarız ve ölürüz (fânilik - فناء). Ne kadar uzun yaşarsak yaşayalım, bu dünya hayatı bir gün sona erecektir. Sahip olduğumuz her şey, sevdiklerimiz, bedenimiz bile bir gün yok olacaktır. İşte bu kaçınılmaz fâniliğimizi idrak ettiğimizde, aklımız bize fâni olmayan, varlığı ebedî olan bir Zât'ın olması gerektiğini söyler. Çünkü her sonlu şey, sonsuz bir varlığa dayanmak zorundadır. Kendi fâniliğimiz, bizi varlığının başlangıcı olmayan (El-Evvel), sonu olmayan (El-Âhir) ve her şey yok olduktan sonra bile kalıcı olan (El-Bâkî) Rabbimize ulaştırır. "O'nun Zâtından başka her şey yok olucudur..." (Kasas 28:88).
Kusurları İdrak Etmek: Mükemmelliği Tanımak
Kendimize dürüstçe baktığımızda hatalarımızı, günahlarımızı, eksikliklerimizi (naks - نقص), unutkanlıklarımızı, bazen öfkemize veya hırsımıza yenik düşüşümüzü görürüz. Yani kusurluyuz. İşte bu kusurlarımızı fark etmek, bizi mutlak mükemmellik sahibi olan Allah'a götürür. Biz unuturuz, O asla unutmaz (El-Hafîz). Biz bazen haksızlık yaparız, O asla zulmetmez (El-Adl). Bizim bilgimiz sınırlıdır, O her şeyi bilir (El-Alîm). Biz aceleci ve sabırsız olabiliriz, O sonsuz sabır ve hilm sahibidir (Es-Sabûr, El-Halîm). Bizim sevgimiz ve affımız sınırlıdır, O'nun rahmeti (Er-Rahmân), sevgisi (El-Vedûd) ve affı (El-Afuvv, El-Gafûr) sonsuzdur. Kendi kusurlarımız, O'nun her türlü kusurdan münezzeh (El-Kuddûs) ve mükemmel (Kemal sahibi) olduğunun bir delili olur.
Yaratılmışlığı İdrak Etmek: Yaratan'ı Tanımak
Son olarak, varlığımızın kendisine bakalım. Bu beden, bu ruh, bu akıl, bu kalp... Bunları biz mi yarattık? Elbette hayır. Biz yaratılmışız (mahluk - مخلوق). Yaratılmış olmak ise zorunlu olarak bir Yaratan'ı (Hâlık - خالق) gerektirir. Kendi varlığımızdaki o eşsiz sanat (El-Bedî'), o mükemmel tasarım (El-Musavvir), o hayret verici işleyiş, bizi bu sanatın Sahibi olan Yüce Yaratıcı'ya götürür. Allah'ın Kur'an'da sıkça sorduğu gibi: "Yoksa onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?" (Tûr 52:35). Cevap açıktır. Kendi yaratılmışlığımızı idrak etmek, Yaratan'ı bilmenin en doğrudan yoludur.
İşte bu nedenlerle "Kendini bilen Rabbini bilir" sözü derin bir hakikati ifade eder. İnsan, kendi acizliğini bildikçe Allah'ın Kudretini; kendi fakirliğini bildikçe Allah'ın Gınâsını (zenginliğini); kendi fâniliğini bildikçe Allah'ın Bekâsını (ebediliğini); kendi kusurlarını bildikçe Allah'ın Kemâlini (mükemmelliğini); kendi yaratılmışlığını bildikçe Allah'ın Hâlık (Yaratıcı) olduğunu idrak eder. Nefsini tanıma yolculuğu, aslında Rabbini tanıma yolculuğudur. Bu yüzden kendimiz üzerine tefekkür etmek, Rabbimize giden en kestirme ve en anlamlı yollardan biridir.
Sevgi ve dua ile kalın. Allah'a emanet olun.